25 Mart 2018 Pazar
Ben Ruhi Bey İyi Değilim
"... Ve her şey dönüştü işte
Kahverengi bir çarşambadan
Sapsarı bir cumartesiye.
Ansızın bir rüzgar çıktı demin
Çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar
Kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü
Yakıyor gözkapaklarımı da
Toplayıp getiriyor anılarımı bir bir
Uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.
(Kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
1 - İşte bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
2 - Süt emer gibi bir memeden
Bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
3 - Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)
(Ansak mı anmasak mı
Yeri mi şimdi değil mi
Bir tren yolculuğunda ve her yerde
Her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
Bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi
Saatler iyi
Adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi
Ve bütün yolcuların dalgın
Koparıp koparıp bir şeyler yediklerini
Görünüşte kararsız
Görünüşte üzgün, endişeli
Görsek mi acaba, görmesek mi
Açıp da kapalı gözlerini arada
Şöyle bir görünümü tek bir solukta
Yalandan, inatla içine çekenleri
Ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken
Belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini..."
Edip Cansever'e ait "Ben Ruhi Bey Nasılım?" şiirinin üçüncü pasajının bir kısmını alıntıladığım bu yolculuk, bütün yolcuların dalgın gözleri ve tren kompartımanlarından içeri doğru başıboş süzülen bakışlarıyla gölge halini almaya başlıyor. Trende en sonuncu kompartımanda bir adam belirmeye başlıyor.
I.
O, her zaman kadınlara yüzünün kıvrımlarında boğulmaları için izin verirdi. Bu bazen tren yolculuklarında olurdu bazen bir şiirde ya da bir Chopin bestesinde. İşte şimdi adımları git gide hızlanan bu adam kendi izlerini takip etmeye başlıyordu. Tekrar ve tekrar. Günler ona artık var olmayan eski bir evin avlusundaki yemyeşil erik ağaçlarını anımsatıyordu. Kaybolduğu yeşillikler onu sardığında düşlerinin neden düş olduğunu ve erik ağacının gölgesindeki yuvarlak gri bir ovukta neden yaşlanmadığını düşünür halde kendini buldu. Sabahın erken saati ve yolculuğunun ikinci günüydü. Gözlerinin ovukları içeri çökmüştü ve kimi zaman onu ilk kez gören insanları boş bakışlarla karşılamak ona kimsenin kolay kolay anlamlandıramayacağı türden ilkel bir haz veriyordu.
Şimdi ise uzun ve uykusuz geçen gecenin ardından aklında tek bir cümle vardı. "Ve her şey dönüştü işte kahverengi bir çarşambadan sapsarı bir cumartesiye" zihninde bazen bir cümleyi, bazen bir kelimeyi hatta bir harfi geviş getirircesine tekrarlamak onu bir uzamdan bir uzama taşıyor ve anlamını kaybettirircesine kurduğu her bir özne-yüklem ikilisi göç eden kuşların sürüyü toplamak için kullandığı tiz çığlıklarını hatırlatıyordu.
Son zamanlarda kaybettiği kiloların yüzüne yansıması, yanaklarında ölen dev bir hamam böceği olduğu izlenimini uyandırıyordu. Kendi yansımasını yitirirken her bir ayna evresi için yeniden doğması gerekiyordu.
Yol en nihayetinde yoldu, ucu bucağı olmayan ve yeni bir ışıltıyla sarhoş olunmayacak kadar kaygan olduğunun bilincinde olarak, her gün gibi bugün de düşmemek için sıklaşan adımların iç görüsüyle hareket etmeye çalışıyordu. Kısa süre dalabildiği uykusundan avını yakalamak için uğraşan hayvan tekinsizliğinde uyandı. Gözü gömleğinin cebindeki kağıt parçasına takıldı. Orada bulunan silik mürekkepli bir adres, gezegenlerin dönüş yönünü saptıran bir manevrayla birlikte beyninden bir-iki sinapsı da beraberinde götürdü.
Bakışları anın mağmurluğunda boş bir çerçeve kadar anısız dururken;
Bir kadın bulunduğu kompartımana doğru yaklaşıyordu.
Bir kadın ona yaklaşıyordu,
"Görünüşte kararsız,
Görünüşte üzgün, endişeli..."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)