13 Nisan 2023 Perşembe

Floresan Lamba, Tuvalet Fırçası, Zorlu Psm

 "Bender elindeki şaraba uzun uzun baktı. "Bir yazar yüceliğe ulaşmak için dört şeye ihtiyaç duyar pasquale: arzu, hüsran ve deniz." 

"Üç etti ama."

Alvis şarabını bitirdi. "Hüsranı iki kere sayacaksın."

Jess Walter- Beautiful Ruins


Zor günlerin geçip giderken en tuhaf özelliği primitif baş etme mekanizmaları kullanıldığında (inkar ve bastırma) çok kısa sürede kendini Titanic'te Rose'nin filmin sonunda okyanusa attığı kalp biçimindeki kolye gibi suların derinine doğru imha edilmiş gibi gözükebilmesidir ama bunun kötü tarafı korku filmlerinde unutulan patlamış mısırlar gibi bir noktada patlama olasılığıdır.

Peki ya böyle yapılmadığında neler olur? 

Bunla ilgili aklıma bir Rodrigo Amarante konser anısı geldi, yüksek lisansın başlarıydı. İlkbahara yeni girmiştik aynı şimdiki gibi bir hava vardı. Tam yeni çiçek açma mevsimi hani sıcaklığın ve güzel çiçek kokularının burnunuza geleceğini ön sezersiniz ama bunun tam olmayışı ve o hazzı beklemek o mevsimin aynı zamanda en güzel tarafıdır. Aslına bakarsanız aşkın da en iyi tarafı hazzı beklemek kısmıdır ama çiçeklerin her zaman güzel kokacağını kestirebiliriz aşk ise bazen yabancı bir evdeki tuvalet fırçasına benzer yani onu sen mi kirleteceksin yoksa zaten kendi rengini veren şey başlangıç ve özden beri öyle miydi? İşte tam bu düşünce evrenlerinin birindeyken Rodrigo İstanbul'a gelmişti. O gece pek çiçek kokusu yoktu doğrusu biralarımızı alıp önden bir yerden izlemek farz olmuştu tabii. 

Türkiye'nin bir özelliği de beyaz ışıkları seven bir toplum olması. Konser güzel ve bayağı nitelikli salonlarda olsa da beyaz spot ışık bombardımanı Rodrigo'yu da es geçmeyecek ve ona sanki zombilerin ele geçirdiği şehirdeymişçesine tek beyaz renkteki havai ışık gösterisini yapmaya kendine bir borç bilecekti.

Rodrigo diğer şarkısına geçerken harika sesiyle mikrofona dudaklarını götürdü ve "The lights should be as dark as my heart" gibi ya da buna benzer işte tıpkısının aynısı hııp demiş burnundan düşmüş bir cümle söyledi. İşte bu arkadaşlarım, romalılar ve bebekler işte bu cümle, zor zamanlarda inkar ve bastırma yoluna gitmediğimizde hissettiğimiz şeydir.

Işıkların kalbimiz kadar karanlık olması belli bir yas ve hüzün döneminde gayet doğaldır da bazen ışıklarımızı açmamızı isteyen sahne yetkilileri olur bazen de kapatılması gerektiğini savunan müzisyenler ya da müzikten çok iyi anlayan erkekler. Ah, tuvalet fırçalarını belli bir alışveriş tutarını geçince promosyon olarak veren üç harfli marketlerin birinde olsaydık kesinlikle bu paragrafta hediye verme duygumu kabartabilirdim. 

Zor günlerin bir özelliği de bu yazıdan gördüğünüz üzere mizah baş etmesini neredeyse göklere çıkarabilmesidir. Oradan düşemeyeceğiniz boşluk kalana dek gülmeyi elden bırakmamalısınız. Yaşam aslında bence biraz dalga geçebilme sanatı bence en çok kendimizle. Mesela çok ciddi hazırlanılan şeylere bakıyorum ya da arzudaki ciddiyete söz gelimi istek ve beklentilere daha detaylı olarak trajik bir komedi filmi gibi geliyor bir yerden. Kendimizi, kim olduğumuza inandığımızı, söylediklerimizi çok inanarak ve ciddiye alarak baktığımız yere bakıyorum işte tam o nokta gülmeyi elden bırakmamamız gereken yer çok dokunaklı bir yerden sadece, gülünç duruma düşmemek için. Bazen.

Bazen zor günlerin ucundaki ışık belirginleşir ve bir anlığına Smith şarkılarının sesi kısılır, Morrisey uzaktan seslenmeye başlar ona aydınlıktaysak aldırış da çok etmeyiz. Bu güzeldir bu rahatlamayı yaşamak da öyle. Bazen yalnızlık duygusu da gelir, uğrar gider bazen de biz kendimizi yalnızlaştırırız zor gün yalnızlıktır biraz da, bir anlığına anlaşılmayacağına olan inancımız çok gerçekçi gelir o zaman bir pencere aralığı bulmalı insan. Yürümek ya da yazmak bu konuda teoman nevrozu kadar işlevsel yani ne kadar işlevsel olabilirse o kadar işte.

Zor güne dair engin görüşlerim devam edecek. Sadece biraz müzik dinlemek için ayrılıyorum.