29 Kasım 2021 Pazartesi

Destination Unknown

 Uyku düzeni en çok devamlılığını sağladığımı düşündüğüm ama aslında hep yarım bıraktığım konulardan biri olmuştur. Tıpkı "bir öykü üstünde çalışıyorum M.F diye bir karakter var.." deyip anlatmaya başladığım M.F karakteri gibi. Onun nevrotikliği üzerinde kurcalamalar yapıyorum yani daha çok daddy issues'ler ekliyorum. Bazen de trakyalı ve chp'li olan balkonunda her zaman bakımlı sardunyalar bulunan teyzeler gibi "nasıl başa çıkacak çocuk tüm bunlarla" diye düşünmeden edemiyorum. M.F'le yarım bıraktığım bu empati sekansı beni bir diğer konuya getiriyor devamlılık ve sürdürülebilirlik burada ilk çağrışım yaptığım şey Kadıköy'de "Anket yapmıyorum katılır mısınız?" diye soran çevreci aktivist bireyler oluyor. Bu konuya önümü ilikleyerek zaman zaman yutkunma zorluğu yaşayarak "kendine güzelce nasıl cevaplar vereceksin?" diye merak ediyorum. Kendimin olimpiyat meşalesini yaktığım bu monolog bana taşınmalarımı hatırlatıyor. Leventte Tom Waits dinleyip şarap içerken o zamanki en yakın arkadaşımın "Seni böyle hatırlayacağım güzel bir sahne" demesi gibi. Onun hatırladıklarıyla benimkilerin aynı olmayacağı düşüncesi ise bu ironiyi güçlendiriyor. Sonrasında Fenerbahçe.. O evi severdim. Jeff Buckley- So Real dinleyip klibi içinde olmayı arzuladığım günler. Jeff'in bisiklete bindiği ama ceketinin hiç kırışmadığı zamansız görüntüler; zamanın üstümüzdeki bozucu, kışkırtıcı etkisini güçlendiriyor. Wim Wenders'in size nedense bahsetmek istemediğim bir filminin içindeki bir replik "Ya zaman yaraları sarmıyorsa ya neden oluyorsa? ya zamanın kendisi bir yaraysa" aklıma düşüyor. Düşme demişken.. 

"Başına bela sarıp düşmeye başlayan birine dibe vardığını anlama şansı verilmez. Düşer, düşer ama düştüğünü anlayamaz. Tüm düzen, hayatlarının şu ya da bu döneminde çevrelerinin onlara veremediği şeyleri arayan insanlar için kurulmuştur veya çevrelerinin onlara sağlayamadığını sandıkları şeyleri arayan insanlar için. Onlar da aramaktan vazgeçerler" 

Yolda olma ve en nihayetinde bulunuşla anlatımlanan tüm Doğu felsefelerine saygı duyarak  alıntıladığım Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabından (burada Salinger'e aşık olduğum için ismini bir yerlerde tekrarlamaktan haz alıyorum) bir pasajla demek isterim ki (Eyvah, başıma daktilo gelecek cümleler uzamaya ve gevşemeye başladı. Bu bana ekonomiyi anımsatıyor. Bana her şey seni anımsatıyor ekonomi öhöm) söz gelimi.. tamam tamam. Bir şeyleri bastırıyorum. Bu paragraf beni tetikliyor belki siz üstünde daha iyi düşünürsünüz. 

2000'lerde her şey farklıydı canım, yine taşınıyordum.. Taşınma konusunda bir overlok makinesi eksperi gibiyim artık 13. evim olacak. Maslow'un piramidinde aidiyet kısmını bir iniyorum bir çıkıyorum ama sanıyorum artık hiç düşmüyorum. Çevreye yabancı hissetmek psikolojide çözülme belirtilerinden biridir ama varoluşsal olarak bu gerçek sanırım günümüzde güneşin her gün doğmasına benziyor sadece bu kısmı güneş kadar sevemiyoruz gerçi güneşle bağlantılı olduğu kısımlar da yok değil. Isınmak ve güneş gözlüklerimizle güzel görünmek, bronzlaşmak isteriz ama konu yanmaya geldiği zaman çevre; arkadaş, aile vb. kavramlar bir anda gölgemizin yalnızlık olduğunu hatırlatır.

Yalnızlık gölgedir, gölge arketipidir. Jung buna katılmazdı belki ama sonra ona aslında olumlu yönden baktığımı anlatmaya çalışırdım. Onun da terapistliği tutar, bana bakar ve "Yalnızlığın gölge olduğu metaforunu kullandın canım sana ne ifade ediyor bu" derdi. Minik yüzleştirmelerini çok empatik bulduğum için "Jung canım dedin, etik dışı bir şey söylemiyorsundur" umarım derdim. Tabii bunu diyemezdim ama içimden düşünür ve seansa bir dünya para veriyorum boşa gitmesin takılma bu düşünceye derdim, kendime tabii. Koskoca Jung'a "Takılır mısın cnm bi yerlere gider misin Kadıköye fln:s" diyecek halim yok ya.. Jung aktarımımı nasıl değerlendirirdi bilmiyorum ama bir noktada rüyalarımı anlatmaya başlayarak unutuluşlarımı izlerdim.

Unutuluşları izlemek.. Bir noktada ölüm düşüncesinin en büyük korkusu unutuluşlarımızı izlemek.. En son seni kim nerede hatırlayacak? bu varoluşsal sentezlemenin hiçbir doğru cevabı yoktur zaten. Hiçbir şeyi unutmayan arkadaşlarıma en az çevreci bireyler kadar saygı duyarım. Bununla nasıl yaşadıklarını merak ederim ama birçok açıdan bunun, neyi unutmamayı seçtiklerine bağlı olduğunu düşünüp pek de inanmam ama gözümde her zaman onlara o an inandıklarımı gösteren bir ifade olur. Bu bir çeşit selamlama ve "burdan daha çok derinleşeceksek bir çay daha söyliyim, buranın çayı iyiymiş" düşünceleri eşliğiyle gelir. Onlara inanmama sebebim ise kişisel yansıtmalar değilse de nedir :) Gerçi bu konu güzel bir rakıyı da hak eder. Unutmadan yaşamak çok zor olsa gerek. Lacan da der ki "Ölülerimizi doğru gömmediğimiz için geri gelirler" Sahi doğru gömülmüş müdür ölüler?"

Teoman deyimiyle "Amma da konuştun Selin kararttın içimizi" Yaşayanlardan neler var bakalım? Bence 90'lar pop hala yaşıyor. Onun yaşadığını hissediyorum.. toprakta... insanlarda.. Yüzüklerin efendisi bilgim stoklarla sınırlı olduğu için bu referansı anlayamadıysanız benim hatam.

Sizi siz aramadan arayan insanlar da yaşıyor mesela. Bazen düşünmediğimizi sandığımız şemaların "ne alakası var canım düşünmüyorum ki ben bu konuları çoktan aştım" tam da bilinç deniz altılarındayken size siz hissettirmeden müdahele etmeye çalışan insanlar da yaşıyor. Mesela "Bu unutulmaya engel bir kanıt olabilir" derseniz çayı, rakıyı bırakır susarım. Aşk da böyle bir şey mesela. Bol bol susuyorsun orada da. Yani hem metaforik hem de gerçek anlamıyla susuyorsun. Bu kadar susarsanız ya biri size cevap verme gereksinimi hisseder ve duygusal ihtiyaçlarınız karşılanır ya da susuzluktan ölürsünüz. ehueh ortası yok. Aşk daha unutulma aşamasına gelmeden riskli bir kavramdır. Bazı insanlar en son Kurtuluş Savaşında aşık olmuştur söz gelimi bazıları panseksüeldir hep aşıktır ya da hype'dir. Seçimlerimizin sorumlulukları olmasa iyi çocuk aslında aşk ya. 

Fırtınalı bir günde son derece birbirine bağlanmayan paragraflarımla rock'n roll listeme dönüp balkonumun tadını çıkarmaya karar verdim. Umarım şemsiyeler herkes bakarken hiç ters dönmez. 

Hayatta şemsiyeniz düz olsun. (İrlanda Atasözü demek isterdim ama 5839 biradan sonra bile böylesine dolu dolu kapanış cümlesi çıkaramazlar bi de soğuk oralar ama kızları güzel.




29 Mart 2021 Pazartesi

Doğru bilinen yalnızlar

 Ne zamandır bloğ'un yolunu unutmuştum ben de. Son zamanlarda hep bir şeyler hep eksik kaldı. Gidilemeyen birçok seyahat ve belki çoğu bireyin aksine bir sürü yarım kalan iş birikti. Geçen en sevdiğim aile üyelerinden biri "ama melankoliyi çok seviyorsun sen" demesiyle, Madonna dinlemeyi arttırdım, blues artık üzüyor beni. Birkaç ışık yılı önce teraslı evimde Tom Waits ve şarabın keyfini yaşadığım zamanları hatırlıyorum. Bazen varoluş boşluğu bazen yaşamın gündelik doldurulan rutinleriyle geçen uzun süreler de beklemeyi, nasıl başa çıkılacağını ya da en yapamam dediğim şeyleri başarmış olmak hoşuma gitse de yol tadını alamamak beni hala en çok üzen şeylerden biri. 

Bir yerden bir yere gitmek yoldur.

I-ı tam olarak değil. Bir yerden bir yere gitmeyi hissediyor ve duyu organlarında tadını alıyor olmak belki öyledir.

Hala uzaktan güzel bir şarkı sesi geliyor. Orada mısın?

Tam olarak bilmiyorum. Anlamın her şey olduğu fikri hep hoşuma giden bir argüman olsa da nihilizmi hiç bu kadar boynumda bir öpücük olarak hissetmemiştim. Yoo hayır bu kötü değil. Kaçılmaması gerek hemen bu fikirden. Yaşadığın her sürede keyifli anlam var mıdır arayıp bulmak gerek bazen sadece önce kaybolup bulunmak da yetmez üstelik, sessiz kalmak da, iş bulmak da, çıplak gezmekte.. bazen çalan şarkıyı sen söylemek istersin ama işte sesin kötüdür 

Arkadaşlarımı iyi görmüyorum.

Yalnız olduğumu en hissetmediğim dönem diyebilirim. İlk defa uzun yılların sonunda arkadaşlık kavramını kafamda oturtabildim ve ilk defa tam böyle derken kafamın üzerine oturan biri yok :) frontal lobumda artık ülkeye dair umudun nez- sakın ha klibi gibi çalkalanmasından dolayı bireysel anarşizme geçsem de hala yakınlarımın mutluluğu beni sevindirmeye yetiyor yalnızca herkesi biraz flu görüyorum herkes de sanırım birbirini ve birbiri kendisini, kendilik kendini ve kendin en sonunda flu olmayı flu görmeye başladı.

İstanbuldan sıkıldım.

Bu paragrafa büyük harflerle LOL diyerek başlamak isterim. Hayatımın en büyük aşkıydı ve 10 yılımıza gelirken artık burada olmak her gün düşündüğüm bir nöron olmaya başladı. Geleceğe dönüş filminde bir replikte "gideceğimiz yerde yola ihtiyacımız yok" denir. Umarım İstanbul Kavafıs'in İthakisi gibi gelip gidip kendimize döndüğümüz bir yer değildir.

Ama öyle..

Evet işte böyle. kesik kesik tüm konuşmalarda, sessizliklerde, alternatif açıklamaların ara noktasında, dinlenilen gece müziklerinde, market alışverişlerinde, eczaneler de hep biraz ama öyle vardır. Ama öyle'yle baş etmek için paradoksik niyete girmeden "evet en nihayetinde böyle" denir. Bu kabulleniş ise her zaman biraz kırılgandır. 

Kırılgan canlılarız

Hayır hayatım biz çok cool'uz. Hepimiz, sosyal medyalarımızla, gerçekleşmeyecek planlara bakış açımızla ve sevememizle dünyanın en cool canlılarıyız. İşte tam olarak bu da bizi kırılgan yapıyor galiba. 

Sevme ve sevilme üzerine

Bu kavram ona buna - somutlaştırır mısın benim için- diye sorarken yolda ve uzay zamanında en çok öğrendiğim bir kavram oldu. Sevmek ve sevilmek hissedilmekten ziyade öğrenime açık bir kavram. Çünkü sonunda tüm hormonların, dengen, iletişim biçimin ve bakış açın değişiyor. Bu yüzden yakınlarımdan aldığım cevaplar çok açıkçası beni hiç tatmin etmedi :) ta ki bu yol "benim bütün kuşlarımsın" olana dek.

Kayıplar

Her geçen an, rutinin birikmesi, makarna suyunun kaynaması, elinin tencerede yanması, her şeyin fiyatının çok yüksek olması derken sanırım bu kavramı çocukluktan beri öğrenip sürekli travmatize olduk. Hayır, kayıp öğrenilen bir şey olmadı hiçbir zaman, kayıp hissedilen ve deneyimlenen bir şey oldu. Varoluşçuluktaki bir şey, birinin öznesi, birinin uzun zamandır görmediği eşya, insan, isim, yabancı yüz, tanıdık bir unutuş kayıp uzun yıllar sonra bile süren belirsiz bir hüzün.

Bitmeyenler

Tez, tez, tez ve onun dışındaki her şey. Yaşamın kendini devam ettirmek ve tutunmak gibi önemli bir anti-entropi ilkesi var ve unutmayın biz pizza değiliz herkesi şişmanlatamayız. Bu yüzden yaşamak, handle etmek ve devam etmek zorundayız.

Ne olacak?

Ben kaos prensesi olarak joker filmini bir yerlerinden her an yaşıyorum. Belirsizlikler de gitgide "koltuk altlarımız" gibi tatlı gelmeye başladı. Sanırım ne olacaksa oluyor :)

Boşluktaki zincir

Sadece minik ve önemsiz canlılar olduğumuz Sagan'yen bakış açısına son derece ve tahlilde katılsam da bengi- dönüşler, ay bugün oraya gitmiyimler, maskemiz var uzaktan öpüşelimler'den sıyrılıp evin sessizliği ve uzay belgeselleri içinde kaybolmak hoşuma gitmedi değil. Ben de asla bir ev kuşu değilim hiç de olmayacağım gibi gözüküyor :) evde bir dünya filan da yok spoiler alert bu dönem rahatlayıp tüm gün yoga yapacağımız bir dönem olmaktan da çook uzak. En nihayetinde belki de bir uzay kanalında ve marvin gezegeninin bir kanalında "soyu tükenmekte olan canlılar" kategorisinde gösteriliyoruzdur ve bir ufo bizi izlerken göbeğini kaşıyıp yarına projemin yetişmesi gerek deadline'i geldi diyerek aslında dikkatini bile vermiyordur bize. evet üstün canlılara, yani biz.

Umarım birileri psikolog hesabımdan buraya gelmemiştir.

Kimliklerden, tanımlardan, ne olmak istediğinden sıyrıldığında özgürlüğün şekerli tadını yalamaya başlarsın. Tadını yalamak özgürlüğün.

Şey biraz Bohemian

I-ı tam olarak değil. İstediğim şey değil, olduğum şey değil, ürettiğim şey değil, görüldüğüm şeyle olmayı istemediğim şeyin tam ortası.

Seçim

Var olan tek gerçek

Ölüm

Var olmaması istenen ama yine de olan tek gerçek

Aşk

Var olması istenen ama sonra istenmeyen tek gerçek

Tutku

Var olabilme ihtimali her an olan tek gerçek

Aile

Var olmazsa olmaz tek gerçek

O

Var olması varlık olan tek gerçek

Siz

Var olun